
Bugünün
Tasavvufu: Tasavvufa Giriş - Kitap Alıntısı
Bu
alıntı, Çağrı Dörter'in "Bugünün Tasavvufu" adlı kitabından yapılmıştır.
|
İnsan,
zannettiğinden çok daha derin bir varlıktır. Bu derinlik nedeniyle,
insanın kendi
varlığı üzerine mevcut bilgilerin yoğunluğu, yeri gelir öğrenme yolunda
olanların gözünde büyüyebilir, aklını karıştırabilir ve insanı nereden
başlayacağını bilemez halde bırakabilir. Ancak bu yolun yolcularının ne
detaylarda boğulmalarına gerek vardır, ne de bu yürüyüşün nasıl olacağı
konusunda endişelenmelerine. Tarih boyunca nicesi aynı yolu nasıl
yürümüşse,
onlar da öyle yürüyeceklerdir. Bu yol da her yol gibi, önce ilk adımı
atmakla
başlar: Niyet etmek.
Ancak
bu niyetin samimi olması gerekir. Bunun anlamı da şudur: Yolu sürmeye talip olan,
niyet ettiği yönde yürümek
üzere gereken emeği vermeye, kendine sunulacak sofraya (irfaniyet
bilgisi)
hürmet etmeye ve nefsi üzerinde gereken çalışmaları yapmaya kararlı
olmalıdır. Tüm
bunların toplamı ise “samimiyet” demektir ancak bu da tek başına
yeterli
değildir. Onu tamamlayacak bir anahtar vardır: Bu anahtar “edep”tir.
Edep demek,
manevi bir dostluğun ve yolculuğun inceliklerine göre hareket edebilme
kabiliyeti demektir. “Edep” ile buluşmuş bir “samimiyet”, Yol’un
kapısını en
hızlı açacak anahtar anlamına gelir. Unutmamalıdır ki, niyetinde
samimi olmayana, aynı evde yaşadığı bir peygamber dahi yardım
edemez. Niyetinde samimi olanın kokusu ise, varoluşun öteki ucundan
duyulur.
Günümüzde bir rüya gibi gelip geçen
hayatın hakikatlerini
anlamak, varoluşa dair gerçek cevaplara ulaşmak ve dinlerin köklerinin
nerede
bulunduğunu öğrenmek isteyenlerin
sayısı
hızla çoğalıyor. Din adı altında öğretilen ancak aslında dinin özü ile
ilgisi
olmayan geleneklerin ve sonradan eklenen adetlerin, zamanla dinlerin
özünü
tamamen örterek, ezberlere ve ritüellere dönüşmüş olması da insanları her geçen gün bu
arayışa daha
fazla itiyor. İçi boşaltılmış ezber ve ritüeller, ruhun karnını
doyurmuyor. Bu
gerçeği elbette kimi kabul eder, kimisi ise üzerini örterek, eski köye
yeni
adet getirmek istemez. Bu nedenle de o “eski köy”, yani “sorgulanmamış
inançlar”, zaman içinde ıssızlaşır, kuraklaşır ve içi iyice boşalır.
Ancak farkındalık sahipleri dine sonradan eklenmiş, din adı altında sunulan
ezberlerin insan
doğasında bir karşılığının olmadığını görüp, bunun yarattığı gerilimi
fark eder
ve bir sorgulamaya girişir. Anlarlar ki, sorgulamadıkları her
ezber, onları
farkında olmadan başka kulların kölesi haline getirmektedir. Görürler
ki, din
adı altında aslında şekilperestliğe yönlendirilenlerin, yaşadıkları acı
tecrübeleri
yaşamaktan kurtulmanın yolu “sorgulamak”tan geçer. Bu da “oku”
hitabının
gereğinin yapılması anlamına gelir. Ve bu sorgulama olmadan, hak dine
geçiş
olmaz. Çünkü Yol, ilk hitapla, “Oku” ile başlar. Ve ilk hitabın gereği
yapılmadan, kalanı kendini açmaz. Sorgulamayanlar, onlara öğretilen
zanları din
kabul ederek yaşamaya devam edebilir. Ama bu “kendi dini yerine bir
başkasının
dini ile yaşamak” anlamına gelecektir. Ve elbette bir bedeli de
olacaktır. Hakikat, insan kendine dönüp
mevcut anlayışını
sorgulama cesaretini göstermedikçe asla kendini ona açmaz. Bu
yoğun
sorgulamadan ve samimiyet sınavından geçmeyen hiçbir insan ne peygamber
ne de
veli olabilmiştir… İşte bu gerçek, başlı başına arayana en net
cevaptır. Ve Tasavvuf
Yolu, ancak bu sorgulamaya gelenlerin sürebileceği bir yoldur.
Hakikat
odur ki; her şeye kaynak olan Varlık, ne ona öğretildiği gibi en ufak
şeylere
günah yazmaya ve kullarını cezalandırmaya meraklıdır, ne de her an onun
açığını
yakalamayı gözlemektedir. O, sabırla, insanın içsel yolculuğa ilk adımı
atıp,
kendi kendini yaktığı bu cehennemden kurtulmasını beklemektedir. O’nun
tüm
çağrısı, içteki yangının söndürülmesi ve insaniyetin hakkıyla tadına
varılabilmesi
içindir.
Yangın ancak onu ortadan kaldırmak üzere bir yol
seçerek
söner. Peki, bu
hassas seçim nasıl
yapılacaktır? Bir yola adım atan ve onu
sürdürme iradesini gösterebilen yolcu için o yolun doğruluğunu
sınamanın en net
yolu; o yolu seçen yolcunun hayatında, ilişkilerinde, günlük yaşamında
ve iç
dünyasında oluşan olumlu değişikliklerdir. Ancak bazen sırf yeni bir yol sürmenin
verdiği
heyecan bile insanın geçici olarak bu tür değişimleri yaşadığı
yanılsamasına yol
açar. Öyleyse ilk anlamamız gereken,
yaşanan değişimin ne tür bir değişim olduğunun farkına varmak, sonra da
bunun
kalıcı olması gerektiğini bilmektir. Yolcuyu bir yandan daha sakin,
barışçıl,
saf ve huzurlu hale getirirken, öte yandan da onun kendini ve varoluşu
anlamasını sağlayan, çelişkilerini çözen, sorularını cevaplayan,
gönlünü
ferahlatan ve tüm renkleri (farklılıkları, düşünceleri, yolları)
bünyesinde bütünleştiren
(tevhid eden) bir yol, elbette ki Hakikat’i yansıtan bir yol olacaktır.
Bulması
zor ancak aramaya değer olan yol da, ancak böyle bir yoldur.
Diğerlerinin
aksine, hakiki olan yolun sorgulanmaktan çekincesi olmaz, tersine bunu
bizzat teşvik
eder. Ki yolcunun hayatındaki tüm yalanlar, sahtelikler ve maneviyat
ambalajı
içindeki sahtelikler bir bir dökülsün ve geriye sadece gerçek olanlar
kalsın.
İlk putlarını kırabilenlere,
çevresi tarafından öğretilenleri sorgulama
cesareti gösterenlere gerisi kolaylaştırılır. Mevcut
anlayışına ısrarla tutunan, onu bir
refleks olarak savunan ve kendi içsel gelişimini baltalayanlar içinse
her şey
zamanla daha da zorlaşmaya başlar. Bu tavrıyla; Hakikat bilgisine,
dengeye, derin
anlayışa, dinin hakikatine ve tüm bunları anlamanın vereceği huzura duvar örmüş olur. Duvarlarını bizzat
kendi
elleriyle örüp, sonra da o duvarlara kafasını vurmak; kendini sorgulama
samimiyetine ulaşmayan nefsin doğal bir davranışıdır. Varoluşun
yasalarıyla
inatlaşmanın sonuçları, her daim sıkıntılı olur. Yanlış tohumdan doğru
fidanın
çıkması mümkün değildir. Bu bin kez de denense, sonuç değişmez. Çünkü
sorun
tohumda, yani yaşama bakıştadır.
Kendini
yüksek bir yerden
aşağı atan bir çocuğun masum olması nasıl yer çekimini kaldırmaya
yetmiyor ve
sonuçları değiştirmiyorsa; kendini sorgulamayan bir nefs inatla
uçurumdan
atlamak üzere koştuğunda da, dilerse çok iyi niyetli olsun, yer çekimi
ona farklı
davranmayacaktır. Çünkü O’nun insana uzattığı
en büyük yardım eli olan “akıl mekanizması” zaten doğarken verilmiştir.
Bu
nedenle; aklın devreye sokulmaması, zaten uzatılmış olan o yardım elini
geri
itmek demektir ve O’na ihanet etmek olarak sisteme (sünnetullah)
işlenir. Hem yardım
elini geri çevirip, hem de içine düşülen sıkıntılı haller için yardım
istemek ne
kadar samimi dir? Aklını işletmeyen” yani “sorgulamayan” nefs, en masum
haliyle
dahi aslında masum değildir. Akıl işletilmediğinde, duaların dahi kabul
edileceği şüphelidir. Çünkü tüm yetkin dinlerde ve öğretilerde hep önce
aklın
kullanılması, daha sonra da sonuçların O’na teslim edilmesi vurgulanır.
Çalışmadan, emek vermeden ve aklını kullanmadan O’na teslim edilecek
bir
yaşamdan hiçbirinde bahsedilmez. Öyle olsaydı, başta peygamberler,
çektikleri
sıkıntıları çekerler miydi? Onca emeği vermelerine gerek kalır mıydı?
Her şey
oturdukları yerden hallolmaz mıydı? Onlar için dahi durum buyken, kime
istisna
yapılabilir? Bu
nedenle “İnsan için
kendi emeğinden başkası yoktur” hitabının ne kadar hayati bir konuyu
anlattığının
anlaşılması ve kemikleşmiş-ezbere inanışların sorgulanması bu yolun
yolcusu
için uçurumdan önceki son çıkıştır. Zamanında Mevlanaların ve
Yunusların aldığı
bu çıkışı alan için, sıkıntılar yerine güzelliklerin açığa çıktığı
bambaşka bir
yol ve iklim kendini gösterir.
*
Günümüzde
Tasavvuf ile ilgili en büyük
boşluklardan biri de bu engin, derin alan hakkında yalın ve net
cevapların
nasıl alınabileceğini ve bu yaşantının bugünün yaşamıyla nasıl
kaynaştırılacağını
gösteren güncel eserlerin sayısının yok denecek kadar az olmasıdır. Hal
böyleyken, bu yolu anlamaya niyet edenlerin büyük bir çoğunluğu, ağır
ve
kendilerine yabancı bir dilin kavramlarıyla dolu sayfaların yer aldığı eserleri daha başından ellerinden bırakacaktır.
Kendi
dilinden, kendi çağından ve kendi sorularına cevap verebilecek güncel
bir hitaptır
aslında aradıkları. Bu kavramların her yönüyle açıklandığı, en ince
ayrıntılara
girilen ve bu yolu eksiksiz kapsayan nice eser vardır. Ancak ilk önce
tanıdık
bir sahilden o deryaya hafifçe göz atmak, temel bir fikir sahibi olmak,
sonra
da derinleşmek isteyene fazla seçenek ne yazık ki sunulmamıştır. Bu bir
bakıma
doğrudur, çünkü niyetinde ciddi olmayana ne okudukları ne de duydukları
fazlaca
fayda sağlar. Bu yolda bilinir ki, “bilginin insanda ete kemiğe
bürünmesi” için
öncelikle “emek” gerekir. Bu nedenle de Tasavvuf Yolu, bugüne kadar ona
talip
olanları önce, sadece fikir edinilmesinin dahi yıllar alacağı kalın
ciltlerle
sınamış ve bu elekten niyeti ciddi olanlardan başkasının geçmesine izin
vermemiştir.
Ancak her devrin kendi dinamikleri
vardır.
“Tasavvuf”un özünde ne olduğu, ana kavramlarının nasıl anlaşılması
gerektiği,
güçlü bir anlayış temelinin nasıl kurulabileceği, bu yolda yürürken
nelere
dikkat edilmesi gerektiği şimdi bu zamanda her zamankinden daha büyük
önem
taşımaktadır. Hangi
niteliklere sahip olanların
bu yola gerçekten hizmet ettiğinin anlaşılması da yolcu için kritik
eşiktir. Bu
noktaların bilinmemesi ne yazık ki nice hayatların harcanmasına sebep
olmuştur.
Niyetinde samimi olanlar için
“doğru bilgiye
ulaşabilmek”, hayatidir. Ve her an farklı renkler açığa çıkaran,
ifadelerini
asla tekrar etmeyen ve her an özgün olan Varlık gibi, O’nu yansıtan
Tasavvuf
Yolu da, her an (özü sabit kalmak kaydıyla) dünyanın değişen
dinamiklerine göre
ifadelerini günceller, o devrin şartlarına uyumlanır ve zamanın
insanına hitap
edecek tazeliği sağlar. Çünkü o, “diri”
bir gelenektir. Ve her devrin insanının derdi, şikâyeti ve hastalığı
farklı
olduğundan; her devrin insanının ilacının da farklı olduğunu bilir.
Bu
nedenle, etiketleri ne kadar çekici olursa olsun, dünün ilaçları
bugünün
insanını tedavi etmekte yeterli olmaz. Ve Tasavvuf Geleneği, her
devirde, o
devrin insanına en uygun ilacı (öğretiyi, yolu) onlara sunmakla
kemalatını
(olgunluğunu, yetkinliğini) gösterir. Eğer bunu yapamıyorsa, Tasavvuf
adı
altındaki o yolun (tarik) Tasavvuf Yolu olduğu şüphelidir.
Kemalatın ve irfaniyetin göstergesi ne sakaldır, ne de yaş. Ne dini
kıyafetlerdir, ne de şekli ritüeller. Ne ezbere okunan ayetlerdir, ne
de
anlatılan duygusal hikâyeler. Bu yolda dış görünüşlerin çoğunlukla
yanıltıcı
olduğunu herkes bir gün öğrenir. Ancak mesele bunun hangi bedelle
öğrenileceğidir. Kimi acı tecrübelerle, kimi kaybettiği zamanla, kimi
harcadığı
bir ömürle, kimi de önden bilgilenerek öğrenir. Tercih edilen, elbette
ki
sonuncusudur.
Kemalatın
gerçek göstergesi; başta kapsayıcılığı, sonra da; yolcuyu her seferinde
kendi
özüne yöneltmesi, dönüştürmesi ve safiyete getirmesidir. Onun düğümlerini çözer,
sıkıntılarından kurtarır, özgürleştirir ve içini feraha erdirir. “Ruh”
sözcüğünün
kökeninin “rahatlamak, ferahlamak”tan geldiği Hatırlandığında; insana ruhun ne şekilde üflendiği de
anlaşılır.
Yolcunun elinde bunu anlayacak bilgi yoksa, peşinden koşacağı şey
çoğunlukla
hayal, şov veya yanılgılardır ne yazık ki.
Bu
kitap; bir yandan tüm dinlerin kökenlerinde bulunan ve hepsini kapsayan
“Kadim
Tasavvuf Yolu”na dair gerekli bilgileri verirken, öte yandan yolcunun,
kemalatı
her görüntü altında tanıyabilmesi için yazılmıştır. Bunu tanıdığında,
yolcu, içi
boş görüntülerden etkilenmeyecek ve kendi içsel donanımını kendinde
bulacaktır.
Bugünün Tasavvufu
(I. Kitap: Tasavvufa Giriş)
Çağrı Dörter