*
Çocukluklarından
beri peşinden koşarlar, elde ettikten sonra bıkacakları renkli
çöplerin...
Edindikleri oyuncaklar için birkaç gün yeter, heveslerinin sönmesine...
Arzularının en büyük nesneleri olan ‘konaklar, villalar, arabalar,
yatlar’
desen; onlara alışmaları için de birkaç hafta yeter... Aşkları dahi
saman alevi
gibi olan beşerin, kalan her şeyden ne kadar çabuk sıkılacağını
anlayabilmek o
kadar da zor değildir aslında...
Sahip
olmak için koştuğu havuçları ellerine her aldığında, yaşayacağı süreç
aynıdır:
O andan itibaren hızla tanıdık, bildik, alışıldık olmaya
başlayacaklardır;
zamanında uzaktan çekici görünen, uğruna nice sıkıntılar çekilmiş
nesneler...
Sadece mal, mülk değil; hayat arkadaşları da dâhildir bu listeye...
‘Materyal
üzerine yaşayan beşer’ nereden bilsin ‘hayat arkadaşı’ sözcüğünün ne
anlama geldiğini?
Her şey gibi, o da bir ‘nesne’den fazlası olabilir mi, onun gözlerinde? Sorsan her ne
kadar kabul
etmeyecek olsa da, yanındakini sürekli değiştirmeye ve kontrol etmeye
çalışma
çabası, gerçek cevabıdır bu soruya...
Böylesi
bir ilişkinin en iyi örneği için de haydi en yüksek süreyi verelim: En
fazla
birkaç sene... Sonra? Pırıl pırıl kalsalar da dıştan; demirin ağır ağır
paslandığı gibi paslanmaya başlarlar, o gözlerin içinden...
Doğa,
deniz, manzara, orman dersen; ağaçların parmaklık,
denizlerin duvar ve doğanın çöl olmaya başladığı bir an vardır...
Onların
verebileceği huzur dahi bir yere kadardır, medet umana... Kendi içinde
kopan
fırtınaları dindirmeden göl kenarlarına taşınmak, aradığı sükûneti
getirmez
kimseye... Bir zaman sonra geri kaçar hepsi, terk ettikleri o şehre...
Aynı
dinamik, kalan her şey için de geçerlidir... Ülkeler,
yolculuklar, spor, bilim, macera... Hepsinden sonra, yine kalır beşer,
kaçtığıyla baş başa: Kendisiyle...
Ne
yapacaktır peki?
Bununla
yüzleşmek yerine yeni kaçış planları, koşmaya devam etmelerini
sağlayacak yeni
hedefler ve oyalanacak yeni oyuncaklar arayacaktır, o fırıldak
gözleriyle...
Bunu yapmaktan başka çaresi de yoktur, yürümeyi seçtiği yaşam yolunda!
İşte
gerçek kölelik bu düşkünlük, bu bağımlılıktır... Gerçek anlamda
özgürlüğü
tatmak; bu sıkıntının kökenine inip onu kaynağında şifaya kavuşturarak,
dışarıdan gelecek ilaçlara bağımlı olmaktan azade olmadan nasip olmaz
kimseye...
Bunu
yapmak yerine ailelerinden, çevrelerinden ve toplumlarından gördükleri
gibi
yaşamaya devam etmeyi seçen çoğunluğun ise; çocukken istedikleri
oyuncağı
ellerine alana kadar nasıl avaz avaz bağırıp, ağlayıp, hayatı
kendilerine
zindan etmişlerse; büyüdüklerinde de, ellerine aldıktan kısa bir süre
sonra
hevesini yitirecekleri oyuncaklar için hayatı kendilerine cehennem
etmeye devam
ederek ömürlerini tüketeceklerini göreceksin... Tek atışlık bir hayat
ve o
hayatı teslim alanın ona biçtiği bedel budur işte: Hayatını verip,
karşılığında
eline aldığı potansiyel çöplerin toplamı...
Hep
sor kendine, ‘Bu mudur yaşamımın değeri?’ diye...
Aradığını,
olduğu yerde bulabilmen dileklerimle...”
*
Birkaç
ay sonra geri döndü arkadaşı...
“Bu
kadarını da beklemiyordum...” dedi kapıda... “Meğer gitmekle,
gidilmiyor;
kaçmakla kurtulunamıyormuş, kaçtıklarından... Düşündüm de, belki
seneler sonra
fark edecek, belki de hayatımı böyle tüketecektim... Ama yazdıklarını
okuduktan
sonra değil... Teşekkür ederim dostum... Teşekkür ederim...”
“Sarıl
ve öp kendini... Teşekküre layık olan, bunlara vesile olan, işte o...”
“Yazdıklarını
okuduktan sonra günlerce üzerine düşündüm... Daha fazla anladıkça, daha
hızlı
solmaya başladı renkler... Seneler sonra elimde çürüyecek havuçların
resimleri,
o birkaç günde görünür oldu gözüme... Aslında...
Bu şekilde oluyor değil mi: Aylar, seneler, bazen ömürler; irfaniyet
ile
söylenen bir söz ile bir ‘an’da geçiliyor... Bunu değeri anlatılamaz,
düşünene...
Paha biçilemez, uzatılan elin böylesine...”
“Beklediğimden
de derin düşünmüşsün dostum...
Tekrar;
hoş geldin...”
Aşk ve Ejder
Çağrı Dörter
|