Tasavvuf Sezgi Şiir Aşk Mevlana Yunus Emre

Uzaklarda Arama, Yanı Başında Olanı...

Bu alıntı, Çağrı Dörter'in "Aşk ve Ejder" adlı kitabından yapılmıştır.


"Ne kadar sürecek bilmiyorum ama uzun bir süreliğine ayrılıyorum buralardan... Geride bırakırken içimi sızlatan birkaç kişiden birisin dostum... Bilemiyorum, seninle yaptığımız sohbetleri gittiğim yerde kiminle yapabileceğimi... Senden bir ricam var... Yolda ve yaşam içinde üzerine düşünmemi sağlayacak, hep bir yanımdan tutacak ve kendini hatırlatacak birkaç şey yazar mısın, gafletle harcanan yaşamlarımız üzerine? Yazmanı rica ediyorum çünkü unutmamak için her bir kelimesinin tek tek yazılı olduğu bir anı taşımak istiyorum senden... Bunu benim için yapar mısın?”

“Elbette... Yola çıkmadan evvel uğra...” diye cevapladı...

*

Yaklaşık iki hafta sonra, arkadaşı veda etmek üzere yanına uğradığında, masanın üzerinde onun için hazırlanmış ve ikiye katlanmış bir kâğıt duruyordu...

Vedalaştıktan sonra orada yazanları okumak için doğru zamanı bekleyen arkadaşı, yolculuğu esnasında kendini buna hazır hissettiği bir sabah yazanları okumaya başladı.


“Sevgili dostum,

Kendine ve çevrendekilere hep dikkatle bakmayı ihmal etme... Etme ki, içine düşülmesi kolay ve renkleri çekici o gaflet, bir zamanlar yaktığın ateşi söndürüp, seni de içine çekerek öğütecek fırsatı bulamasın...

Her ne için vereceksen değerli yaşamını, öncelikle gönlüne dön ve buna gerçekten razı mı, bir sor... Bak, neredeyse tüm beşeriyet bunu yapmayı bilmediğinden bugünkü hüsranın içinde sıkışmış kalmış halde... Dikkatli bakarsan görmen mümkün, ciddi işler yapıyor görünürken aslında ne yaptıklarını...

Çocukluklarından beri peşinden koşarlar, elde ettikten sonra bıkacakları renkli çöplerin... Edindikleri oyuncaklar için birkaç gün yeter, heveslerinin sönmesine... Arzularının en büyük nesneleri olan ‘konaklar, villalar, arabalar, yatlar’ desen; onlara alışmaları için de birkaç hafta yeter... Aşkları dahi saman alevi gibi olan beşerin, kalan her şeyden ne kadar çabuk sıkılacağını anlayabilmek o kadar da zor değildir aslında...

Sahip olmak için koştuğu havuçları ellerine her aldığında, yaşayacağı süreç aynıdır: O andan itibaren hızla tanıdık, bildik, alışıldık olmaya başlayacaklardır; zamanında uzaktan çekici görünen, uğruna nice sıkıntılar çekilmiş nesneler... Sadece mal, mülk değil; hayat arkadaşları da dâhildir bu listeye... ‘Materyal üzerine yaşayan beşer’ nereden bilsin ‘hayat arkadaşı’ sözcüğünün ne anlama geldiğini? Her şey gibi, o da bir ‘nesne’den fazlası olabilir mi, onun  gözlerinde? Sorsan her ne kadar kabul etmeyecek olsa da, yanındakini sürekli değiştirmeye ve kontrol etmeye çalışma çabası, gerçek cevabıdır bu soruya...

Böylesi bir ilişkinin en iyi örneği için de haydi en yüksek süreyi verelim: En fazla birkaç sene... Sonra? Pırıl pırıl kalsalar da dıştan; demirin ağır ağır paslandığı gibi paslanmaya başlarlar, o gözlerin içinden...

 Doğa, deniz, manzara, orman dersen; ağaçların parmaklık, denizlerin duvar ve doğanın çöl olmaya başladığı bir an vardır... Onların verebileceği huzur dahi bir yere kadardır, medet umana... Kendi içinde kopan fırtınaları dindirmeden göl kenarlarına taşınmak, aradığı sükûneti getirmez kimseye... Bir zaman sonra geri kaçar hepsi, terk ettikleri o şehre...

 Aynı dinamik, kalan her şey için de geçerlidir... Ülkeler, yolculuklar, spor, bilim, macera... Hepsinden sonra, yine kalır beşer, kaçtığıyla baş başa: Kendisiyle...

 Ne yapacaktır peki?

Bununla yüzleşmek yerine yeni kaçış planları, koşmaya devam etmelerini sağlayacak yeni hedefler ve oyalanacak yeni oyuncaklar arayacaktır, o fırıldak gözleriyle... Bunu yapmaktan başka çaresi de yoktur, yürümeyi seçtiği yaşam yolunda! İşte gerçek kölelik bu düşkünlük, bu bağımlılıktır... Gerçek anlamda özgürlüğü tatmak; bu sıkıntının kökenine inip onu kaynağında şifaya kavuşturarak, dışarıdan gelecek ilaçlara bağımlı olmaktan azade olmadan nasip olmaz kimseye...

Bunu yapmak yerine ailelerinden, çevrelerinden ve toplumlarından gördükleri gibi yaşamaya devam etmeyi seçen çoğunluğun ise; çocukken istedikleri oyuncağı ellerine alana kadar nasıl avaz avaz bağırıp, ağlayıp, hayatı kendilerine zindan etmişlerse; büyüdüklerinde de, ellerine aldıktan kısa bir süre sonra hevesini yitirecekleri oyuncaklar için hayatı kendilerine cehennem etmeye devam ederek ömürlerini tüketeceklerini göreceksin... Tek atışlık bir hayat ve o hayatı teslim alanın ona biçtiği bedel budur işte: Hayatını verip, karşılığında eline aldığı potansiyel çöplerin toplamı...

 Hep sor kendine, ‘Bu mudur yaşamımın değeri?’ diye...

 Aradığını, olduğu yerde bulabilmen dileklerimle...”

*

Birkaç ay sonra geri döndü arkadaşı...

“Bu kadarını da beklemiyordum...” dedi kapıda... “Meğer gitmekle, gidilmiyor; kaçmakla kurtulunamıyormuş, kaçtıklarından... Düşündüm de, belki seneler sonra fark edecek, belki de hayatımı böyle tüketecektim... Ama yazdıklarını okuduktan sonra değil... Teşekkür ederim dostum... Teşekkür ederim...”

“Sarıl ve öp kendini... Teşekküre layık olan, bunlara vesile olan, işte o...”

“Yazdıklarını okuduktan sonra günlerce üzerine düşündüm... Daha fazla anladıkça, daha hızlı solmaya başladı renkler... Seneler sonra elimde çürüyecek havuçların resimleri, o birkaç günde görünür oldu gözüme... Aslında... Bu şekilde oluyor değil mi: Aylar, seneler, bazen ömürler; irfaniyet ile söylenen bir söz ile bir ‘an’da geçiliyor... Bunu değeri anlatılamaz, düşünene... Paha biçilemez, uzatılan elin böylesine...”

“Beklediğimden de derin düşünmüşsün dostum...
Tekrar; hoş geldin...”

Aşk ve Ejder
Çağrı Dörter


Çağrı Dörter - Ana Sayfa Tasavvuf Mevlana Yunus Emre Makale Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Yunus Emre Söyleşileri Tasavvuf Kitapları Mevlana Yunus Emre Tasavvuf Kitap Iletişim

Çağrı Dörter - Tasavvuf Hakkında Makaleler - Tasavvuf Sohbetleri ve Söyleşiler - Tasavvuf Kitapları - İletişim Bilgileri

Çağrı Dörter © 2023